NAKED
11/07/13 | YORUM SAYISI 0 | GÖRÜNTÜLENME 3606 |    Ters Dizgi
NAKED

Senaristliğini ve yönetmenliğini Mike Leigh'nin yaptığı 1993 yapımı Naked, anlamların buhar olup yitirildiği noktada; yalnızlık, hayata karşı duyulan öfke ve 20. Yüzyılın sonunda insanoğlunun yüz yüze kaldığı “Dead End” – çıkmaz sokağın bir özetidir adeta.

Film, Manchester da, gece dar bir ara sokakta, bir kadına tecavüz eden filmin kahramanı Johny'ye tedirgin edici bir kamera hareketi ile birlikte hızla yaklaşarak açılır. Bu sahne üzerinde biraz durmak istiyorum. Filme zaten bütünüyle hâkim olan nihilistik bir tutum var. Bu sahne filmin ana fikri mahiyetinde… Burada olay yerinden hızla uzaklaşarak bir kaç plan boyunca sürekli koşan Johny'yi izleriz. Burada ki, maruz kalınan gerçekliğe tahammül edememe hissi film boyunca devam edecektir. Ayrıca film, sonda da aynı açılıştaki gibi Johny'nin ortamı terk ederek hızla uzaklaşmasıyla kapanacaktır. Çünkü filmin sonunda Johny için hiç bir şey çözülmüş olmayacaktır.

Film, “kültür ve uygarlık” kavramlarının nihayetinde esas şiddet üreten olgulara dönüşmüş olduğunu ve zamanın ruhunun bireye işkence eden ve bireyi sürekli olarak çevresindeki dünyadan ve en başta kendinden kaçmaya zorunlu kılan bir yapıya bürünmüş olduğunu anlatmaktadır. Yönetmen bu düşüncesini, çoğunlukla, Johny karakterini şehrin karanlık ve pis sokaklarında gezintiye çıkararak ifade eder. Johny, Manchester’dan kaçarak Londra’ya gelir ve Londra sokaklarında ki gezintisi sırasında türlü insanla muhatap olur. Bu insanların hepsi sorunlu insanlardır. Hepsinin farklı dünyaları vardır ancak ortak olan şey hepsinin acı çekiyor olmalarıdır. Tüm bu insanlar, şehir hayatının üretmiş olduğu manevi şiddeti farklı biçimlerde hisseder ve farklı biçimlerde ifade ederler. Başka bir sahnede Johny, eski sevgilisinin ev arkadaşıyla sevişirken kızı hırpalamaya başlayınca, kızın cevabı: “Seni anlıyorum, Johny” olur.

Her ne kadar mekân tasvirleri genel olarak kısıtlı olsa da, özellikle dış mekân çekimler şehrin lağım kokularını bile hissettirebilecek kadar güçlü seviyededir. İç mekân çekimler de ise filmin özgün bir yanı olmamakla birlikte çoğu zaman bunaltıcıdır ki bu da filmin temasıyla ister istemez uygun düşmektedir. Çünkü birey, günümüzde, çevresindeki hayatı ve dünyayı algılayamaz bir haldedir, tek algılayabildiği şehrin kendisidir. Dahası kendi benliğine - egosuna doğru çıktığı yolculuk sadece diğer varlıklardan değil kendinden de uzaklaşmasına sebep olmuştur. 1944 tarihli bir Amerikan yapımı olan Murder, My Sweet filminde aradığı adamı bulamayan dedektif’in söylediği gibi: “Tek bulabildiğim, bir kez daha, bu şehrin ne kadar büyük olduğuydu!”.

Tüm bunların yanı sıra filmin en can alıcı öğesi ise diyaloglardır. Mike Leigh, sinemasının yapı taşlarından biri olan çarpıcı diyaloglarını tüm filmlerinde kullanıyorsa da, özellikle bu filmde diyalog üstadı bir yönetmen olduğunu kanıtlamaktadır. Burada parantez açıp diyaloglarını nasıl yazdığından da bahsetmek istiyorum: Mike Leigh, diyaloglarını yazmaz, yalnızca ortaya bir fikir atar ve oyuncularıyla birlikte kendisinin de dâhil olduğu sahnede doğaçlama bir şekilde geliştirir. Böyle bir çalışma biçimi ile, ortaya çıkan felsefi diyalogları soyut bir sözcük oyunu olmaktan çıkarır ve günlük konuşma diline yedirir.

Hikâyeye dönecek olursak, birbirine paralel giden ve filmin sonunda kesişen iki karakterimiz vardır. Bunlardan biri Johny’dir. Çok okumuş, kültür düzeyi epey yüksek, şehirli bir derviş edasıyla sırtına kitaplarla dolu çantasını takıp şehrin sokaklarında, soluduğu havanın dehşetiyle çıldırarak, gezinir durur. Bir diğer karakter Johny’nin eski sevgilisinin ev sahibidir. Filmde bu karakterin hayatının detayları verilmez, yalnızca iki özelliği ön plana çıkartılır: Zengin oluşu ve kadınlara şiddet uygulayarak cinsel açıdan tatmin oluşu. Johny karakterinin aksine bu adam şiddeti bir tatmin aracı olarak görmekte ve bunu bir oyuna dönüştürmektedir. Oysa Johny için bu bir oyun değil, tam tersine maruz kaldığı baskının dışavurumudur. Ne olursa olsun belki de bu karakterle vurgulanmak istenen, kültürlü kültürsüz, zengin fakir tüm bireylerin aynı şiddet üreten tutum içersinde sahip oldukları anlamları yitirmiş oldukları ve bunun sorumlusunun zamanın ruhu olduğudur.

Son olarak ilgimi çeken bir noktaya daha değineceğim. En başta da söylemiş olduğum gibi film “kültür ve uygarlık” kavramlarına eleştiri getirmektedir ancak işin başka bir boyutu daha olabilir. Şöyle ki: Nihayetinde burada bahsi geçen uygarlık “Modern Batı Uygarlığı” olduğu için belki de ele alınması gereken asıl kavram “Modern” kavramı olabilir. Çünkü filmde üzerinde durulan diğer bir nokta Johny karakterinin çok okumuş bir adam oluşudur. Ancak modern bir toplumda çok okumuş olan insanların genelde olduğu gibi bir akademi de yahut başka yüksek bir konumda bulunmamaktadır Johny. Bunun yerine biz onu sokakta ki evsiz serserilerle, tinercilerle ve fahişelerle aynı ortamı paylaşırken görürüz. Buradan hareketle aslında bunun herhangi bir uygarlığın değil “Modern Uygarlığın” eleştirisi olduğu fikri daha akla yakın gelmektedir. Çünkü film boyunca kelebek etkisinden, evrimden, uzay araştırmalarından, tanrıdan bahseden; her şeye bir açıklama getirebilen ve sahip olduğu bütün bu bilgi birikimi tarafından zehirlenerek büyük bir işkence gören; yaşadığı belli bir yeri olmayan; geceleri sokaklarda yatan ve belki bir anlam bulabilmek umuduyla oradan oraya dolaşan bir gezgin olarak Johny:

Aslında “Modern” sisteme ayak uydurmayı reddetmiş bir asidir aynı zamanda.

Bir bekçi ile girdiği felsefi bir konuşmada Hıristiyanlığın kutsal kitabından başlayıp astronomiye, Çernobil’e kadar birçok veriler sunarak insanlığın sonunun geldiği ve mahşer gününün evrimin bir parçası olacağı gibi önermelerde bulunur. Bu da Slovaj Zizek’in bir önermesini akla getirmektedir. Bir çeşit kozmik felaketin dünya üzerinde ki yaşamı sona erdireceği tarzında hayaller kurmanın, mevcut bulunan kapitalist sistemin nasıl sona ereceğini tahayyül etmeye çalışmaktan daha kolay olduğu ve bunun, üzerinde ki baskı sonucu yeni bir mekân icat etmek zorunda kalan birey için kaçınılmaz olduğu. Burada bahsi geçen baskı, sürekli yeni ve sapıkça fanteziler üreten ve bu fantezileri doyurmasını bireye zorunlu kılan kapitalist sistemin yarattığı baskıdır ve bu durum, böyle bir (dis)ü-topyanın gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.

İşte, zengin ve şiddeti bir oyun haline dönüştüren filmin diğer kahramanı da sisteme adapte olmuş ve sitemin kendisine önerdiği üzere tüm fantezilerini hayata geçirmeye çalışan bireyi örneklemektedir. Aynı şekilde bu adam sisteme adapte olduğu için zengin bir adam olarak sunulmakta, ancak kültürlü biri olmasına karşın sistemi reddettiği için Johny beş parasız sokaklarda sürtmektedir.

Bütün bu şiddet içerikli kültür ve uygarlıkla çevrelenmiş olması yüzünden Johny, klostrofobik bir sıkışmışlık hissi ile hayata karşı acımasız ve umursamaz bir tutum takınmıştır. Okuduğu kitapları okumaktan vazgeçememesine rağmen, onları okuyarak da hiçbir konuya çözüm getiremiyor oluşu dikkat çekicidir. Örneğin, bir sahnede bir kahvaltı salonunda tanıştığı bir kızın evine gider, fakat güzel güzel sohbet ederlerken ve ortada hiç bir sebep yokken kız onu evden atar. Johny bu sahne de tam olarak şöyle diyecektir:

"Buradan anlaşılıyor ki kaç tane kitap okumuş olursan ol bu dünyada asla asla ama asla anlayamayacağın bazı şeyler vardır"

Filmin başlarında eski kız arkadaşı Louise 'e ne kadar kötü davranmışsa ve kavga etmişseler de sonlara doğru bütün o nihilizmine karşın belki de bir parça önem verdiği tek kişinin o olduğunu anlatmak ister gibi birbirlerine ufak şakalar yapıp sohbet ederler. Ancak yine de filmin sonunda hiç haber vermeden bir gece önceden kalma kırık bacağıyla kalkar ve bilinmeze doğru oradan hızla uzaklaşır.

Filmde duyduğumuz en son diyalog ise: "Bu dünya ne zaman sona erecek?" olur.

İLKAY ATAY



İYİ SEYİRLER

-1-


-2-


-3-
tutunamayanlarJuly 11, 2013, 4:36
[1]
Çevrimiçi Üyeler
Üye Ziyaretçi