BEKAR ODALARI
04/07/13 | YORUM SAYISI 0 | GÖRÜNTÜLENME 8305 |    Ters Dizgi
ALTAN BAL

BEKAR ODALARI


Eserlerini bizimle Paylaştığı için sanatçıya çok teşekkür ediyoruz.

"Bir fotoğrafa bakmak demek, o anda fotoğrafın üstünde olanı değil, çekim anını görmeyi amaçlamaktır."
Roland Barthes “

neşet ertaş zahidem


1963 yılıydı galiba. Ben 17 yaşında olduğuma göre… Üç arkadaş Erzincan’dan İstanbul’a kaçmıştık, boğulacaksak büyük suda boğulalım diye. Geldik İstanbul’a, bir arkadaşı bulduk Erzincan’daki mahalleden. “Bu akşam bende misafir olun” dedi. Dolapdere’de bir yerde kalıyormuş. Gittik. Oda oda yerler, her odada bir sürü insan kalıyor. Hepsi gurbet kuşu. Bekar Odası derlermiş o yerlere


Bekar Odaları, babamın, Fethi Bal’ın bu anlattıklarıyla çocuk yaşta girdi hayatıma. Daha çok evdeki rahatın değerini anlamayan, “canım sıkılıyor” diye hüngür hüngür ağlayabilen bir çocuğa anlatılan hem oyalayıcı, hem de ibret verici hikayelerdi. Büyüdükçe, babamın anlattıklarını daha başka bir kulakla, babasının İstanbul’a tutunma mücadelesine hayranlık duyan bir gencin kulağıyla dinledim.


Ansiklopedik bilgiye göre İstanbul’da “Bekar Odaları” ya da “bekarhaneler” adı verilen yerleşim yerlerinin tarihi Bizans dönemine kadar uzanmaktadır. İstanbul’da çalışmaya gelen çok sayıda bekar, evli, yaşlı, genç, iş yerlerine yakın bu bölgelerde yaşamaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu odalarda yaşayan insan sayıları bini aşmaktaydı. Kentte herhangi bir cinayet, hırsızlık, soygun olayı ortaya çıktığında bekar odalarına baskınlar düzenleniyordu.


18. yüzyılda ise tamamen disiplinsiz hale gelen yeniçeriler kentte gerçekleştirdikleri eylemlere bekar odalarında kaçak kalan gençleri de katmışlardı ve o dönemlerde kentin en çok korkulan bu bölgeleri bir üs gibi kullanılıyordu

Günümüzde “Bekar Odaları”, İstanbul’un taşı toprağı altındır diye başlayan yüzlerce öyküden biri aslında. Anadolu’dan çalışmak için İstanbul’a gelen, fakat bir ev kiralayacak kadar para kazanamayacak işlerde çalışmak zorunda olan (kağıtçılık, garsonluk vb.) gurbetçilerin bir arada kaldıkları odalara verilen addır. “Bekar” sıfatının kalanların medeni durumlarıyla bir alakası yoktur.


Kalanlar arasında bekarlar olduğu kadar evli erkekler de vardır. İstanbul’un hemen hemen her semtinde Bekar Odası vardır. En yoğun Bekar Odaları Süleymaniye’den Eminönü’ne kadar uzanan Küçükpazar adlı bölgedir. Bekar Odalarının çoğu benzer özelliklere sahiptir. Odalar içinde yaşayanların gündelik zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamayacakları kadar kötü koşullara sahiptir ve ancak uyumak, güç koşullarda yemek yapmak için kullanılabilir. Bir Bekar Odası ortalama 15-20 metrekaredir. En az 6-7 kişi en fazla 10-15 kişi bu odalarda kalır. Bekar Odaları’nın karakteri babamın anlattığı 1960’lı yıllardan günümüze bazı değişimler göstermiştir.


Tuvalet ortaktır. Hemen hemen hiçbirinde bir mutfak yoktur. Odanın bir köşesinde yemek yapılır ve hep birlikte yenilir. Banyo için civardaki hamamlar kullanılmaktadır. Haftaiçi çok erken saatlerden çok geç saatlere kadar çalıştıkları için odalarda yalnızca pazar günleri bulunmaktadırlar. Bekar Odaları’nın karakteri babamın anlattığı 1960’lı yıllardan günümüze bazı değişimler göstermiştir. O yıllarda Bekar Odaları İstanbul yollarına düşen gurbetçilerin geçici olarak kaldıkları yerlerdi.


Ya babamın babası gibi belirli bir süre İstanbul’a çalışmaya gelenler (hamallık, garsonluk gibi işlerde) bir süre han odalarında kalıp tekrar köye dönerlerdi, ya da babam gibi İstanbul’da kalmaya kesin kararlı olarak gelenler para biriktirmek için yine kısa bir süre buralarda kalırlardı. Çalışmak isteyenin, mesleği olanın para kazanabileceği ve biriktirebileceği zamanlardı bahsettiğim yıllar. Günümüzde ise hem gelenlerin bir mesleği olmayışı hem de meslekleri olsa bile çok az paralara çalışmak zorunda bırakılmaları yüzünden Bekar Odaları “geçici” sıfatını kaybetmiştir.


Tanıştığım, odalarında kaldığım “bekar”lar arasında 20-25 yıldır aynı odada kalanlar vardı. Bekar Odaları’nın sakinleri artık ne İstanbul’a yerleşebiliyor, ne de temelli geri dönebiliyorlar. Bir Bekar Odasının kirası fotoğrafların çekildiği yılarda (2000-2003 ) aylık 30 milyon Türk Lirasıydı. Bu ücrete elektrik de dahildir. Odalarda banyo ve mutfak olmadığı için su yoktur. Tuvaletlerde kullanılan su da civardaki camilerden taşınmaktadır. Elektriği ev sahibinin ödediği söylense de genellikle kaçaktır.


Bekar Odaları projesine başladığımda beni en çok zorlayan, daha önceden de tahmin ettiğim gibi, oda sakinleriyle tanışmak, kendimi anlatabilmekti. Temel sorunun benim “gazeteci” sanılmam olacağını biliyordum. Daha önce yapılan bir haber yüzünden bazı bekar odalarının belediye tarafından boşaltıldığını da orada öğrendim. Bekar Odaları sakinlerinin gidip geldiği bir kahveye, 3 ay boyunca hemen hemen her akşam gittim. Tanıştıklarıma niye orada olduğumu anlatıyordum. Fotoğraf projesinden bahsediyordum. Pek bir gelişme olmadı uzun bir süre.


Sonra bir gün, büyük bir ihtimalle de bana acıyan, civarda bakkalı olan bir amca, bir bekar odası sakinine “yeğenim kaç aydır gidip geliyor, bir gün götürün de odayı çeksin” dedi. Böylece o akşam ilk fotoğraflar çekildi. Ondan sonrası kolay oldu. Özellikle gazeteci olmadığımı, babamın, aslında kendi hikayemin peşinden koştuğumu anlayınca herkes bana yardımcı oldu. Zaman zaman rahat çalışmamı engelleyen tek durum, kendi önyargılarım oldu. Çevremden bana yüklenen “Aman dikkat et soymasınlar, paranı çalmasınlar” gibi korkulardı bunlar.


Odalarda zaman geçirmeye başlayınca utandım kendimden açıkçası. Son derece güvenliydiler. Sakinleri de hem kendi aralarında hem dışarıya karşı hep saygılıydılar. 3 yıl boyunca beni tedirgin edecek hiçbir olaya tanık olmayan biri olarak, önce kendime sonra kendi çevreme duyarsızlığımız ve önyargılarımız için çok kızdım…


Bekar Odaları’nda geçirdiğim, her gün olmasa da epeyce kaldığım 3 yıl boyunca çok arkadaşım oldu. Ve kendi adıma anladım ki benim o odalarda kalan biri değil de, fotoğrafını çeken üniversite öğrencisi olmamın tek nedeni, babamın İstanbul’a tutunabilmek için verdiği insanüstü bir mücadeleydi. Yoksa fırsat eşitliği serbest piyasa ekonomisi lehine çoktan yok edilmişti. Anadolu’da bir köylü çocuğu olarak doğmuşsanız, ya o köyde, adına kader dediğimiz, tarifsiz imkansızlıklar içinde, bir şekilde yaşamaya devam edeceksiniz ya da İstanbul’a gelip çoğu zaman karın tokluğuna, çok zor koşullarda yaşarak bir kere şansınızı deneyeceksiniz.


Emin olun ki hiçbirimizin, bekar odası sakinlerine “niye kaderine razı gelmiyorsun, niye şansını deniyorsun” demeye hakkı yok…

Altan Bal
Kuzguncuk-2007















tutunamayanlarSeptember 25, 2018, 9:24
[1]
Çevrimiçi Üyeler
Üye Ziyaretçi