“yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir”
(İsmet Özel)
Alman yazar Thomas Mann’ın “kalbime en yakın eserim” dediği Tonio Kröger, yazarın hayat hikayesinden taşıdığı derin izler göz önünde bulundurulduğunda, bir iç hesaplaşmanın dışavurumu olarak da görülebilecek bir novella(1). Schopenhauer etkisinin açıkça görüldüğü bu eserde Mann, edebiyat yazarının yaşadığı hayat-sanat çelişkisine dair tartışmayı, muhtemelen kendisini simgeleyen Tonio Kröger karakteri ve ilişkileri üzerinden tekrar gündeme getiriyor.
Henüz çocukluk çağlarında edebî metinlerde duyduğu ilgiyle diğer burjuva çocuklarından farklı olduğunu belli eden Tonio Kröger, şiir yazdığının ortaya çıkmasıyla arkadaşları tarafından küçümsenmiş ve gün geçtikçe insanlardan uzaklaşmıştır. Aslında ilk dönemlerinde kendisi de saygın bir tüccarın oğlunun böyle olmaması gerektiğine dair bazı şüpheler taşımaktadır ancak bu düşünceler onu şiir yazmaktan alıkoymaz. Daha bu yıllarda aklından şöyle sorular geçmektedir:
“Neden böyle acayibim? Neden herkesle mücadele halindeyim? Neden hocalarımla aram açık ve diğer çocukların yanında yabancıyım? Bir de şu iyi ve alelâde vaziyetlerini sağlamca muhafaza eden orta talebelere bakınız, bunları hocaları gülünç bulmuyor, şiir yazmıyorlar, sadece herkesin düşündüğü ve yüksek sesle söyleyebileceği şeyleri düşünüyor ve söylüyorlar…”
Bu iç çekişmesi onu, kendinin zıttı olarak gördüğü uyumlu ve başarılı Hans Hansen’le arkadaşlık etmeye iter ancak büyük bir heyecanla Schiller’in Don Carlos’unu tavsiye ettiği Hansen’in ilgisini kitaplar çekmiyordur. Kendisinde iz bırakan bir sonraki başarısızlığı ise ilk gençlik çağında aşık olduğu Ingeborg Holm’ün karşısında gerçekleşir. Yalnız şehrin ileri gelenlerinin çocuklarına yönelik bir dans kursunda, dalgınlığı yüzünden kızlara özgü “moulinet des dames” dansettiği gün, diğerlerinin gülmesi değilse de, Inge’nin attığı şen kahkaha bir ömür boyunca kulaklarında çınlayacaktır. Ailesinin de dağılmasının ardından büsbütün yalnız kalan Tonio Kröger, insanlardan uzaklaştıkça daha büyük bir sanatçı haline gelir:
“Kuvvet gözünü biledi ve insanların göğsünü kabartan büyük sözlerin içyüzünü gösterdi, ona insan ruhunu ve kendi ruhunu açtı, gözünü nüfuzlu kıldı, dünyanın içyüzünü söz ve işin ötesinde kalan diğer şeylerin hepsini gösterdi, ve orada şunu gördü: Gülünçlük ve sefillik, sefillik ve gülünçlük.”
Yıllar sonra ressam dostu Lizaveta İvanovna’yla yaptığı sohbette Tonio Kröger’in diğer yazarlardan da farklılaştığını görmeye başlarız. Tonio Kröger’in, kendilerinden hep kötü muamele gördüğü insanların, Hans Hansen ve Ingeborg Holm gibilerin hayatına duyduğu özlem de sanatçılığıyla beraber kuvvetlenmiştir zaman içinde. Kendisine ‘ilham’dan bahseden Lizaveta’ya, “edebiyat bir lanettir, hem de kendisini feci tarz erken hissettiren bir lanet” der zira farklılığı kendisini diğer insanlardan, kalbinin hâlâ seviyor ve yaşıyor olduğu bir çağda ayırmıştır. Aynı sohbette “bizim hasretini çektiğimiz diyar, normal, makul, sevgili olan şeylerin diyarıdır, büyüleyici bayağılığı ile hayattır” diyerek bu hasretini açıkça dile getirecektir. Tonio Kröger, sanatı taklit eden hayattan daha feci bir manzara olmadığını söyleyerek hayatın sanat karşısında üstün olduğunu da iddia etmektedir bir anlamda. Lizaveta’nın -Mann’ın Schopenhauer’dan neden ayrıldığına dair bir açıklama olarak da görülebilecek- cevabı ise Tonio Kröger için sarsıcı olur:
“Siz şu durumunuzda, tam bir burjuvasınız. Bu size zalimce sert geldi, değil mi? Onun için hükmümü biraz yumuşatacağım. Yanlış yoldan giden bir burjuvasınız, siz Tonio Kröger – yolunu sapıtmış bir burjuva.”
Eserin geri kalanında, Tonio Kröger’in, yıllardır uğramadığı memleketine de birkaç gün uğramak üzere, kuzeye doğru çıktığı yolculuk anlatılır. Tonio Kröger’in yıllar sonra artık başkalarının yerleştiği baba evine yaptığı ziyaret Thomas Mann’ın edebî gücüyle dokunaklı bir sahneye dönüşür. Kröger Danimarka’ya vardığında ise kendisini, okuyucuyu da etkileyecek, bir sürpriz beklemektedir. Bu şekilde Tonio Kröger yıllardır üzerinde düşündüğü soruların da cevabını bulmuş olur:
“Senin gibi olmak! Yeniden dünyaya gelmek, senin gibi dik, şen ve saf, normal, muntazam ve mazbut, Allah’la ve insanlarla mutabık olarak büyümek, kaygısız ve mesut kimseler tarafından sevilmek, seni kendime karı edinmek, Ingeborg Holm ve senin gibi bir oğlum olmak, Hans Hansen, bilgi denilen ilâhî lanetten ve yaratma azabından azade olarak bayağı hayatın saadetleri içinde yaşamak, sevmek ve mesut olmak… Hayata yeni baştan başlamak? Fakat nafile, böyle olacak değil mi gene? Bütün olanlar yeniden olacak değil mi? Zira bazılarının zarurî olarak yollarını sapıtması, zaten onlar için bir yol olmadığındandır…”
Tonio Kröger ve ressam Lizaveta İvanovna arasında geçen diyaloglarda, Kröger karakterinin ağzından Thomas Mann’ın edebiyata dair görüşlerini de okuyoruz. Metne göre, yazar olmak için sıra dışı olmak kadar insan olmaktan uzaklaşmak da şarttır. “Beşeri bir fakirleşme ve eksilme” olmadan hakiki bir şeyler yazmak mümkün değildir. Kalpten gelerek yazılmış eserler, yazarın iç dünyasına çokça bağlı, ağır, can sıkıcı ve bayağı olacaktır ve bu yüzden okuyucu bulamazlar. Bu yüzden konu ettikler şeyler yazarlar için esas ve kendileriyle alakalı olmamalıdır. Yazar, ifade ettiklerine tahakküm ederek hakimiyet kurmalı ve onlarla bir oyun hamurunu şekillendirir gibi oynamalıdır. Kısaca, sentimental ve patetik olmaktan kurtularak geniş kitlelere hitap eden istihza dolu yazılar yazmanın tek yolu, insanlardan ve insanlıktan uzaklaşmaktır Thomas Mann’a göre.
Bu noktada Mann’ın, Schopenhauer’dan ilham aldığı açıktır zira Schopenhauer da, zihinsel ihtiyaçları olmayan ve zihinsel zevklerden mahrum kalan sıradan ve bayağı insanlar için kullandığı philister kavramı karşısında yükselen zihinsel bilinç seviyesi ile beraber ızdırabı artan insanın yalnızlaşma eğiliminden bahsetmiş; bu kimselerin aralarında birer yabancı gibi dolaştıkları insanları ‘biz’ yerine ‘onlar’ şeklinde gördüklerini söylemiştir. Bu konuda Schopenhauer, sınıflandırmasını insan mutluluğunun iki temel düşmanı olarak gördüğü ‘ızdırap ve can sıkıntısı’(2) üzerinden yapmış ve maddi olarak ihtiyaç duyduğundan fazlasına sahip olduğu halde derunî zenginlikten mahrum kalan insanların düçar olduğu can sıkıntısından kaçmak için ‘boş vakitler’inde kağıt oynamak gibi faydasız uğraşlara yönelmesi üzerinden burjuva yaşantısına bir eleştiri getirmiştir. Benzer şekilde, Tonio Kröger’in son bölümündeki balo sahnesinde, kağıt oynayan mutlu ve bayağı burjuvalar görürüz.
Schopenhauer’a göre, derunî zenginliğe sahip bir insan için ‘boş vakit’ten bahsedilemez çünkü bu kimseler için yalnız geçirilmiş vakitler en kıymetli zamanlardır. Kendileriyle baş başa kaldıkları böyle zamanlarda, dış dünyanın rahatsız edici gürültüsünden kurtulur; zihinsel ve ruhsal yaşantılarına devam ederler. Aslında mesele yalnız kaldığımızda ne ile beraber olduğumuzdur. İç dünyası fikir ve sanatın zenginliklerinden mahrum kalan kimse, -ki Schopenhauer bu durumu ruh boşluğu [ya da bönlüğü] ile açıklamıştır- yalnız kaldığında derhal can sıkıntısıyla yüzleşecek ve kendisini meşgul etmesi için dışarıdan gelen bir uyarıcı aramaya başlayacaktır. Ezici çoğunluğu teşkil eden böyleleri için önemli olan makam, mevki, şöhret, unvan kazanabilecekleri uğraşlar ve bunlardan geriye kalan vakitlerini harcayacakları oyunlar ve eğlencelerdir. Bunun adına da hayat derler.
Benzerliklerine rağmen Mann ve Schopenhauer’ın ayrıldığı iki temel nokta vardır. Birincisi, Schopenhauer bu iki yaşam tarzı arasında bir seçim yapmak üzere iradeye şans tanırken; Mann bu meseleyi tamamen kaçınılmazlıkların bir sonucu olarak görmüştür. Muhtemelen birincisi yüzünden ortaya çıkan ikinci farklılık ise; Schopenhauer sanattan uzak bir hayatı küçümserken, Thomas Mann’ın, Tonio Kröger üzerinden, sanatçı ruhun bu bayağı hayata duyduğu özlemden bahsetmesi ve üstelik bunu yaratıcı ve verimli bulmasıdır. Tonio Kröger’in hayat hikayesi de tam olarak Thomas Mann’ın bu düşüncesini doğrular şekilde kurgulanmıştır. Thomas Mann’ın bu eserle Schopenhauer’ı haksız çıkardığını söyleyemesek de; ‘bayağılaşan hayat’a yönelmesi gereken bir nefretin hayatın bizzat kendisine yönelmesi tehlikesine ve sanat fetişizmine karşı haklı sayılabilecek bir eleştiri olması ve taşıdığı edebî değerle Tonio Kröger üzerinde durulması gerek bir eser olarak öne çıkıyor.
1)Novella: Hikayeden daha uzun, romandan daha kısa; ikisi arasında geçiş olarak görülebilecek bir edebî form.
2)Izdırap ve can sıkıntısı (Parerga und Paralipomena): Bir Arthur Schopenhauer kitabı.
M.Buğra Doğan