NURUSİYAH'I METİNLER ARASI OKUMAK
24/07/13 | YORUM SAYISI 0 | GÖRÜNTÜLENME 8890 |    Ters Dizgi
NÛRUSİYAH

bir vardım
bir yoktum
ben doğdum
selimi sâlisin köşkünde

sebepsiz hüzün hocamdı
loş odalar mektebinde
harem ağaları lalaydı
kara sevdâma
uyudum
büyüdüm
ve nûrusiyâha ağladım


nûrusiyâha ağladığım zaman
annem süzudilâra idi
ve babam bir tambur
annem süstü
babam küstü
ama ben niçin hâlâ nûrusiyâha ağlarım
nûrusiyâaah
nûrusiyâaahhh
ASAF HÂLET ÇELEBİ

ASAF HÂLET’İN “NÛRUSİYAH”INI METİNLERARASI OKUMAK

MÜGE CANPOLAT YANARDAĞ

Asaf Hâlet Çelebi, şiirin “asıl kıymetini yapan gizli mantığı” anlayabilmemiz için bize iki yol tavsiye eder: “1- Her mısraı gazete okur gibi değil; fakat tasavvur ederek okumak. 2- Mukayese etmek” (“Benim Gözümle Şiir Davası” 103). Çelebi’nin “mukayese” sözü ile neyi imlediğini “[m]eselâ Fuzuli’nin şahsiyetini anlamak için en müessir çare onu hemen Baki’nin arkasından okumaktır” (104) sözlerinden anlıyoruz. Çelebi şöyle devam ediyor: “Böylece şiiri anlamak için evvela onu ayırdetmesini bilmelidir. Bu suretle şiirin kendisine has olan mantığı daha kolaylıkla sezilebilir” (104, vurgulama bana ait). Bu sözler bize Riffaterre’in hipogram kavramını hatırlatıyor; çünkü Riffaterre’e göre hipogram, “geçmişteki yazınsal ve semiyotik pratiğin ürünüdür” (alıntılayan Yavuz Yazın Dil ve Sanat 158).

Bu belirlemeden sonra Asaf Halet Çelebi’nin “Nûrusiyah’ adlı şiirini Riffaterre’in metinlerarası kuramı ile çözümleyebiliriz:

1. Betimleme Öbeği: selimi salis, suzudilara, tambur.

Bu betimleme öbeğini oluşturan imlerin “şiirsel im”lere dönüşmesini sağlayan birliği Asaf Hâlet Çelebi şöyle dile getirir: “Sultan Selim III, Gaalib’in hayranlarındandı [. . . .] [B]üyük bir bestekar, hatta şair olan padişah, Gaalib’de bütün aradığı incelikleri bulacağını biliyordu. Gaalib ise onu ceberût ve azamet sahibi bir hükümdar olarak değil kendisinin de anladığı ve sevdiği şeyleri seven bir dost, bir arkadaş hüviyeti seziyordu (“Gaalib Dede III” 410). Padişah zamanlı zamansız dergâha geldiği gibi Gaalib de teklifsizce saraya girip çıkıyordu [. . .] Padişah, âyine geldiği zamanlarda ekseriya kendi bestelediği âyinler, bilhassa sûz-ı dilara âyini okutturuluyor ve sema’ bu âyinle yapılıyordu (413). Ayrıca padişahın bazı toplantılarda tambur çaldığı ve Şeyh Galip’in “tanbur” redifli bir gazelinin olduğu biliniyor (Ayvazoğlu 28).

2. Betimleme Öbeği: hoca, mektep.

Şeyh Galip, hakiki bir Mevlevi olmak için Konya’ya giderek Mevlana dergâhında çileye soyunmuş ve çilesini Yenikapı Mevlevihanesi’nde tamamlamıştır.

Dergâh, “derviş denen tasavvuf ehlinin toplandıkları, zikrettikleri, kendilerince tekarrür etmiş töreyi yerine getirdikleri” (Gölpınarlı 18) yerlerdir. Dervişlerin manevi önderliğini yapan, terbiyelerine, tekkenin disiplinine bakan ve bu mertebeye erişmiş kişiye de [...] şeyh denir (19). Bu bilgiler ışığında Nûrusiyah’ta geçen “mektep” ve “hoca” imleri tasavvufi bağlamda birer “şiirsel im”e dönüşürler.

Hipogram: nûrusiyah

Nurusiyah, siyah nur demektir. Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk mesnevisinin Miraciye kısmında “nur-i siyeh içre nur-ı iman” dizesinde geçen bir terkiptir. “Nûrusiyah”, daha önceden var olan bu mısraa gönderme yaptığı için bir hipogramdır.

Bu betimleme öbekleri ve hipogram, bizi çözümlemede tasavvufî bağlamda bir semiyotik birlik kurmaya yönlendiriyor.

“Nûrusiyah” kelimesi, şiirde başlıkla beraber tam altı kere kullanılmış ve son ki dize sadece bu kelimeden oluşuyor. Son İki dizedeki “nûrusiyah”ın son hecelerindeki “a” ünlüsünün uzatılması, en son dizede “nûrusiyâaahhh” şeklinde farklı olarak yazılması ve adeta bir “yakarış nidası” niteliği taşıması dikkat çekiyor. Bu yakarış acı bir sesleniş sanki.

“Nûrusiyah”ın son hecesinde “ah” kelimesinin bulunması, “âşığın ah ettiğini” imler. Bunun nedeni de sevgiliye kavuşamamasıdır. İlginç bir ayrıntı da “âh”ın Arap harfleriyle yazımındaki benzetmedir: “‘Ah’ arap harfleriyle yazıldığı zaman (oI ) güneş ile güneşin yaydığı ışınlara benzetilir. Benzetmede, he (o) harfi güneş kursunu, elif (I) ise ışınları karşılar” (Pala 23). Bu benzetmeyle “âh”ın “nûrusiyah” ile anlamsal düzlemde örtüştüğünü söyleyebiliriz; çünkü karanlık, Osmanlı Türkçesi karşılığıyla zulmet, “âb-ı hayat”tır. Âb-ı hayat kaynağı, karanlıklar diyarında olan ölümsüzlük suyudur. Bu terim tasavvufta ilâhi aşk anlamında kullanılan bir semboldür (Pala 15). Ölümsüzlük, “fenafillah”ın son mertebesi olan “bekafillah”tır ki bu da Tanrı’nın varlığında ebedîliğe ermek; yani O’nda “baki” olmaktır. Öyleyse “kara güneş” ya da “nûr-ı siyah”, “Tanrı zatının nurudur” (alıntılayan Yavuz “İki Kara Güneş”’).

Birinci ve ikinci dizelerdeki “var” ve “yok” kelimelerinin de tasavvufî birer terim olarak düşünülmesi, şiirdeki semiyotik yapının çözümlenebilmesinde önemlidir; çünkü “var olmak” ve “yok olmak”, bekâya ulaşabilmeyi imler.

Şiirde “ağlarım” dışında birinci tekil kişiye ait diğer tüm fiiller arasında bir uyum var: vardım, yoktum, doğdum, uyudum, büyüdüm, ağladım. Bu fiillerin hepsi geçmiş zamana aittir ve anlamlarında bir bitmişliği barındırırlar. Oysa şiirde anlamsal süreklilik gösteren ve geniş zamana ait olan tek fiil “ağlarım”dır: “nûrusiyaha ağlarım”. Bu ağlamanın nedeni ise sevgiliye erişememe ve O’na duyulan özlemdir. Öyleyse Asaf Hâlet Çelebi’nin “Nûrusiyah” adlı şiirinin matrisi, tasavvufi anlamda “Nur-ı İlahi’de bekaya ulaşamama”dır.

KAYNAKLAR

Ayvazoğlu, Beşir. “Şeyh Galib’in Hayatı”. Şeyh Galib Kitabı. Haz. Beşir Ayvazoğlu. İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1995. 15-31.
Çelebi, Asaf Hâlet. “Benim Gözümle Şiir Davası”. Asaf Hâlet Çelebi. Haz. Semih Güngör. İstanbul: Suffe, 1985. 98-126.

--."Gaalib Dede III”. Bütün Yazıları. Haz. Hakan Sazyek. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1998. 410-15.

Gölpınarlı, Abdülbâki. 100 Soruda Tasavvuf. İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1969.

Pala, İskender. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. Ankara: Akçağ Yayınları,1995.

Yavuz, Hilmi. “İki ‘Kara Güneşi: Melankoli ve Tasavvuf’. Zaman. 08.06.2001.

--.Yazın, Dil ve Sanat, İstanbul: Boyut Yayınları, 1996.
tutunamayanlarJuly 24, 2013, 9:00
[1]
Çevrimiçi Üyeler
Üye Ziyaretçi