APHRODITE'IN ADADA Kİ AYAK İZLERİ Aphrodite in Adadaki Ayak İzleri
11/07/13 | YORUM SAYISI 0 | GÖRÜNTÜLENME 2950 |    Ters Dizgi
APHRODİTE’İN ADADAKİ AYAK İZLERİ
Asuman Susam

Kendimden başkası olmak istemiyorum
Nasıl doğmuşsam öyle
Kim olduğumu bulacağım


Altı yaşında falanım. İzmir’in yeşil Bornova’sında o zamanlar orta sınıf ailelerin vazgeçilmez mekanlarından biri olan belediyenin aile çay bahçelerinden birinde oturuyoruz, annem, babam bir de halam. Çocuk gözlerim rengarenk; ama televizyonlar siyah-beyaz. Devlet televizyonundan izliyoruz dünyayı.Türkçe sözlü hafif batı müziği dinlediğimizi anımsıyorum, şarkıyla birlikte salınır dururken ben birden yayın akışı kesiliyor. Tam bu olmuşken üzerimizden jetler geçiyor. Afallıyorum. En çok da babamın bakışlarından, annemin kaygılı iç çekişinden, halamın telaşından. Koca çay bahçesi ölüm sessizliğine kesiyor.Savaşa girdik sonunda, diyor babam, annem dualar ediyor.Bizim evlerimizde de karatma uygulanıyor.Sarı ve kırmızı alarmlar...Sorular soruyorum; ama yanıtları anlayamıyorum. Savaşı hiç hayal edemiyorum. Sadece bizden uzakta olduğunu söyleyince babam, kısa bir süre rahatlıyorum. Ama sadece kısa bir süre.

Sonra yavaş yavaş siliniyor belleğimden Kıbrıs’a dair olan bitenler. Hep gerilim zamanlarının penceresinden azar azar ve uzaktan edinilenlerle Kıbrıs’la aramızda hep bir mesafe. Sonra Lise yıllarında şiir hastalığına tutulunca,darbenin öldüremediği gizli sevdalarla, Sevgilim Ölü Asker’le Mehmet Yaşın şiiriyle karşılaşma…Üniversitede Kıbrıslı bir sınıf arkadaşım oluyor sonra, onunla Kıbrıs Türkçe’sinin hoşluğu giriyor dünyama.Nerde bir Kıbrıslıyla karşılaşsam tanıyabiliyorum artık.

İki binli yıllarda elbet başka türlü bakıyorum Kıbrıs’a, hakkında ne kadar az şey bildiğimi ve düşündüğümü hissederek, biraz utanarak,çokça anlamaya çalışarak
Öteki-siz’in Kıbrıs’a ayrılan bu özel sayısı ve bu yazı bana hayatımın anlamlı ödevlerinden biri oldu, Kıbrıs edebiyatı, edebiyatçısı ve daha birçok şeyi üzerine düşünmek açısından. Kıbrıs bize fazla uzak fazla yakın. Mesafeyi iyi ayarlamak gerektiğini öğrendim öncelikle: Çok yakından ve çok merkezden bakarken genel fotoğrafı kaçırabiliyordu insan; çok uzaktan bakarken de ayrıntıları kaçırıp olaya, zamana, mekana yabancılaşıveriyordu. Bu yazının derdi Kıbrıstaki kadınların şiir sahillerine bıraktığı ayak izlerini takip etmek ve yazarın okumalarının yol haritasını okurla paylaşmak. Sonuçta her yazı gibi eksikleriyle kendini kuran bir yazı, sadece dışımızdaki hayatı bir parça anlama çabası…

Bir ülkenin edebiyatını anlamak için o ülkenin coğrafyasına (mekan-insan ilişkileri ),tarihine, siyasi gelişim ve dengelerine sosyo-ekonomik ilişkilerine de bakmak gerektiğine inanıyorum.Yani edebi metinleri bunlardan arındırılmış ve bunların izlerini taşımaktan uzak, özgül bir yapı olarak değerlendirmemekten yanayım. Bu açıdan bakıldığında edebi metinleri yaratanların tarihe (öznel ya da nesnel) nasıl baktıkları ve katıldıkları, ürettiklerini doğrudan etkiler düşüncesindeyim. Kıbrıslı Türk şiirinde de kadınların kapsadığı yeri bu bağlamda incelemeye çalışacağım.

Her şeyden önce bir ada’dan söz etmekteyiz. Ada, ufkunun uçsuz bucaksızlığıyla değerlendirildiğinde ütopyalara ilham kaynağı olmuş, kurtarılmış, kötü ve düşman dünyayla ilişkilerini kesmiş, izole bir hayatı simgeleyen bir coğrafi unsur olarak düşünülebilir.. Kaçmak, saklanmak, doğanın bakir ve ıssız koynuna sığınmak anlamlarıyla da romantik dönemlerdeki sanatçılara ilham kaynağı olmuştur. Ama sonuç olarak olanakları yüzölçümüyle sınırlandırılmış, başka bir yerden bakıldığında da yaşam olanakları açısından sınırları belli bir yer, kuşatılmış kaçış-çıkışyok bir yer olarak da tanımlanabilir. Bu özellik, ada halkının kolektif bilincini,kıta halklarına göre daha farklı etkileyecektir. Bu da ada insanının yaşayışına, inancına gelenek ve göreneklerine de yansıyacaktır. Bu antropolojik kodlar elbette bilinç ve bilinç dışı süreçleriyle üreten özneyi-sanatçıyı da etkileyecektir.

Bir ülkenin ya da coğrafyanın tarihe tanıklığı da üretim ilişkilerini doğrudan etkiler. Bu açıdan adanın tarihine baktığımızda bugünkü çoktoplumlu ve çokkültürlü yaşamın temellerinin çok eskilerde, arkaik zamanlarda atıldığını da görüyoruz.Büyük Akdeniz uygarlıklarının hemen hepsiyle uzun ya da kısa süreli etkileşim içinde olmuş bir adanın belleğinden,tarihin biriktirdiklerini silemezsiniz. Silmek için zor kullandığınızda orayı kimliksizleştirirsiniz.iktidar erki düşünüldüğünde çokluk ve farklılık kavramlarının onları nasıl tedirgin ettiğini tarihe bakıp bir düşününüz. “Farklılığın tasnif edilip sabitlenmesi sembolik bir düzen kurar. Sembolik sınırlar kurgulanmış kategorileri ‘saf’ tutarak kültürlere anlam ve kimlik kazandırır. Hiyerarşi saflık ile belirlenir. Saf olmayan, sınıflandırılamayan, muğlak türler ihlal edici, sınırları aşıcı özellikleri dolayısıyla düzenin yıkılmasını, tehlikeyi ve kirlenmeyi çağrıştırırlar; saflık ve bütünlük iddialarını sarsarak endişe ve gerilim yaratırlar. İç ile dış, düzen ile kaos, dost ile düşman arasında bir yer işgal eden kuraldışını temsil eder.”1 Ki siyasal erklerin kuraldışından korktuğu ve denetleme zorunluluğu hissettikleri de bir gerçektir.
Şimdiyi anlamak ve geleceğe dair kestirmelerde bulunmak geçmişi bilmek ve anlamaktan geçmektedir şüphesiz. Bugüne dair anlamlandırmalar yaparken yordamımız tarih olmak zorundadır. Bu açıdan bakıldığında dişi bir coğrafyada kurulan bir tarihle karşılaşırsınız. Mitolojik dönemlerden bu yana ‘barış,ışık,aşk ve şiir adası ‘olarak tanımlanan Kıbrıs adasıyla bir anılır tanrıları Apollon, Dıyonısos ve tanrıça Aphrodit .
Aprhodite kültüyle birlikte, yine bir başka Akdenizli ve adalı Shappo, onun lirik etkileri ve baskın dişil karakterleri yazılan ve söylenilen şiirleri doğrudan etkilemiştir. Bugün adada roman ve öyküye oranla daha çok şiirin başat bir tür olması ve kadınların bu türde iz bırakmaları bir rastlantı olmasa gerektir.

Adanın tarihi kastedildiğinde uzaklara bakmak ne kadar anlamlıysa yakın tarihe mercek tutmak da o denli kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü hem kuzey hem güney yakada yazılanları anlamak için yakın tarihin siyasal gelişmelerine de bakmak gerekmektedir.1974 Barış harekatı, taksim yeşilhat.. bu terimler yeni nesillere yabancı olmakla beraber biraz daha eski kuşakların belleklerinde kötü anılar ve imgelerle yer etmiş sözcüklerdir. Kıbrıslı için ise kötü anılar ve imgelerden daha vahim olana karşılık gelen sözcüklerdir. Bunlar hatırlanmadan ve bilinmeden de Kıbrıs’ta yazılanları anlamak ve değerlendirmek zor ve boşunadır.
Bugün özellikle son yirmi yıldır aydınların savaşını vermeye çalıştıkları bir ‘Kıbrıslılık’ kimliği üzerinde durmak gerekmekte ilkin. Savaşlar ve travmalardan sonra eklektik kültürel kimliklere mahkum edilmiş Kıbrıslılar kendi kimliklerinin arayışıyla uzun yıllar boğuşmak zorunda kalırlar. Bu nedenle yaşanılan göçler, hep kimlik arayış ve bunalımlarının uzantısı olmuştur. Peki ya kalanlar, onlar için de kolay olmamıştır, olmamaktadır hiçbir şey… Çünkü toprağın altına gömülmüş bin yıllık uykuyu uyumaya zorlanmış kültürlerini tırnaklarıyla kazıyıp yeniden yaşatmanın,oradan yeni bir yaşantı ve felsefe üretmenin zor payı düşmüştür onlara.
Kıbrıslı burjuvazi, kendi yaptığımız tarihi sahiplenmedi. Yaşanmamış bir tarihi, tarihimiz yapmaya kalktı. Böylece zorba ve yapay bir tarih sahibi olduk”2 Bu kimliksizlik, yabancılaşma ve ötekileşme sorununu da beraberinde getirir. Yazısının devamında M. Yaşın şöyle devam eder: “Kendi sorularımdan ben de korkuyorum. Ama yanıt verirken korkak olamam: Kıbrıs’ı gerçekten anayurdumuz olarak benimseyemediğimizi, Kıbrıslılık duyuşu yerine, nasılsa yolu adaya düşmüş göçebe azınlık duyuşu taşıdığımızı söylemek zorundayım.
Kıbrıslı Türk halkının ruhunda, geleneklerinde yaşama biçiminde Kıbrıslı bir duyuşun, gizli bir bilincin, bir ‘kimliğin’ var olduğu doğrudur. Kimi kez belli belirsiz fısıltılı konuşmalarda, kim kez abstrak çıkışlarında herkes görebilir bunu. Ancak bu hiçbir zaman siyasal bir ideolojiye dönüşmemiştir. Siyasal ideoloji olan Türkçülük, Kemalizm, Taksimcilik ise Kıbrıslı olamamıştır.


Parçalanmışlık, ulusal baskıcı ideolojiler, kolonyalist yaklaşımlar hem kimlik bunalımları yaratmış, hem azınlık duygusu körüklenerek her yerde ve herkese göre öteki olarak ayakta kalmaya çabalanan bir yaşama zorunlu kılmıştır insanları.

Kıbrıslı Türk Şiirine baktığımızda kimlik oluşturma, kimliğini koruma mücadeleleriyle geçen bir süreç seriliyor gözlerinizin önüne doğal olarak. Çünkü kültürel kimlik kendini en çok yaratı alanında ortaya çıkarıyor. “Yapıtını dünya ile paylaşmak isteyen,eseri ile varlığını ortaya koyan insandır sanatçı. Bu süreç kendisiyle başlar, ancak kendisiyle bitmez. O, kendisini yaratan binlerce yıllık bir var oluş ürünüdür. Bu var oluşa, içinde bulunduğu ‘an2larda yaşadığı çevrenin gerçeklerini ve değerlerinin de ekleyen ve aktaran, alan ve aynı zamanda veren kişidir. Siyasal toplumsal, kültürel ve psikolojik koşullarla yaşadığı ‘an’ı aynı ölçülerde algılayabildiğinde ve onu yansıtabildiğinde kimliğini bulur.” 3

SAVAŞ ZAMANI... içimden konuşurdum işitilmesin diye/gören de bilgelik sezerdi sessizliğimden!/gizlenmesi gerekirdi; çünkü tehlikeliydi Türkçe/Elence desen kesinkes yasak_/…/Hangi dilde ağlayacağımı bile şaşırırdım çoğu kez/yabancı da değil, çeviri bir hayattı yaşadığım/anadilim başkaydı,anavatanım başka/ben derseniz bambaşka_ daha o karartma günlerinden görünmüştü/hiçbir ülkenin şairi olamayacağım/çünkü azınlıktım. Ve “özgürlük”,/hiçbir ulusal-sözlüğe sığmayan bir sözcüktü…/en sonunda üç dil birbirine girdi şiirimde/ne Türkler duydu içimden geçenleri/ne Elenler, ne de Öbürleri- ama kınamıyorum onları, savaş zamanıydı.” 4



Kıbrıslı Türk Şiirinde şair kadınların ürettiklerine baktığımızda göze çarpan bir dizi ortak özelliklerden söz etmek mümkün. Ancak Kıbrıslı Türk Şiirinin içinde yadsınamayacak ve görmezden gelinemeyecek bir önem taşıyan şiirin kadınları hem şiirin var oluşu için hem kendi var oluşlarını şiirin içinden gerçekleştirmeye çalışırlarken kendilerine özgü renkleri ve edalarıyla varlar.

Neşe Yaşın bir yazısında “Bence,içtenlik artı kişilik olmadan başarılı şiir olmaz. Bireyin kişiliği ve kimliği ise onu biçimlendiren tarihsel, kültürel miraslar ve tarihsel psikolojilerde yatar.” der. Farklı farklı sesler olmakla beraber şair kadınların okura geçirdikleri ortak duygu özelliklerinin başında içtenlikleri, samimiyetleri geliyor. Hemen ardından resmi ideolojik söylemlerin dışından seslerdir bu yükselen sesler. Sivil bir itaatsizliği hepsi taşımasalar da merkezin dayattığı söylemi de kabul etmemektedirler.Ama genelinde resmi tarihe karşı kendi öznel tarih anlayışlarının damgasını vurmaya çalışma çabası görülmektedir.. Yaşanılan toplumsal travmanın her bir şairin ben’ine etkileri şüphesiz farklı farklı olmuştur, ancak bu şiirlerin hepsinde kollektif bilinçaltının kadın dilinden yansımalarını görürüz. Yine bu şiirlerde trajik olanın geriliminin tırmanma noktasına gelmeden düşüşe geçmesi, sınırdan dönmesi hali de söz konusu. Barışçıl, pasifist bir yaklaşımla acı çeken özne, acısını içine akıtarak yaşamayı seçer. Trajiğin geriliminden, tam bir ölme halinin eşiğinden dönülerek vazgeçilir. Sürekli bir ağrı ile yaşamak yeğlenir gibidir.

Akdeniz’in lirik dili hakimdir şiirlere. Ama hepsinde ayrı dozlarda ve lezzetlerde. Yitiklik duygusu korku,kimlik sorgulanması, kadınca bir varoluş savaşının ayrıca ve kuvvetle hissediliyor oluşu, aidiyet ve özgürlüklerin sorgulanması, bilinç yarılması,eski ve şimdiki zaman, geçmiş bütünlüklü zamanlara özlem, parçalanmışlık duygusu, kendini tümleyememe,acı çekme, terk edilme, kavuşamama…Özel hayatlar da adanın hali gibidir ve adanın hali hiç akıldan ve yüreklerden çıkmaz.

Bu şiirlerin dili edilgin bir Türkçe’nin içinden üretildiği için ,Türkiye Türkçe’sinin olanaklarıyla başka bir kültürün şiiri yazıldığı için de diyebiliriz buna, temaların özel bir tarihsel duyarlılığı kapsaması dışında Türkiyedeki Türk edebiyatından bütünüyle ayrı ve farklı bir Kıbrıslı şiirden söz etmek zor. Bu nedenle de travmaların doğurması gereken ve resmi ideolojiyi de iktidar dilini de parçalamaya, kodlarını deşifre etmeye yönelik bir dilden söz etmek de zor. Ve belki bu yüzden travmasına bölünmüşlüğüne, parçalanmışlığına rağmen bu parçalanmanın trajik ifadesini yakalamış bir şiirden de söz etmek zor.

Biraz utangaç, biraz içe dönük, biraz bir iç çekiş ve içe çekilişin ifadesi olmuş gibidir şiir. Kaçılan, saklanılan, sığınılan ve yaşama tahammülü mümkün kılan bir yerdir şiir çoğu kez.
Başat tür olarak ada edebiyatına şiirin damgasını vurmasının nedeni binlerce yıllık tarihe tanıklık etmiş bu özel coğrafyanın kültürel değerlerinin ve Kıbrıslı kimliğinin ve dilinin en dolaysız yansıtılacağı yerin şiir olmasıdır.Aşkın ve güzelliğin gücünü taşıyan Afrodithe’in kızlarının bu görevi kültürel anlamda üstlenmesine de şaşmamak gerekir. Afrodith Adonissiz, kuzey güneysiz düşünülemez elbet.bir zamanlar barış ve aşk adası olarak anılan Kıbrıs’ın yaşadıkları ve paramparçalığı trajik değil midir aslında!

Şiirlerde Akdenizli lirizmin doğal ve doğaya dönük yumuşak havası yoğun bir biçimde hissedilir. Naif bir yan vardır bu şiirlerde. İçtenlik ve samimiyeti de bu sağlamaktadır.Mekan adları, bitki adları yerel sözcükler bu şiirlerin ayırıcı özelliği olarak anılabilir. Yaşananlara tanıklık eden mekanla coğrafyayla siyasal, bireysel ve tarihsel bir hesaplaşma da yaşamak ister gibidir şiirler. Bu nedenle doğa bir ayrıntı olarak bir bezek olarak yer almaz bu şiirlerde. Yaşananların tanığı, kanıtı,iç yaşantının bir yansıma aracıdır. Yaseminler, martılar şeherler…
Israrcı barış şiirleridir bu şiirler, insancıldır, anti-militaristir. Yaşanılan tüm acılara rağmen ölmekten ve öldürmekten yana yok edici bir öfke içermezler. İçe konuşmalar ve içten konuşmalar ağır basar,ama bütün bütün de öfkesini yok etmiş bir şiir değildir. Direnme, yeniden olma, kimliğini oluşturma ve koruma yolunda bilinçli bir öfke ve karşı duruşu da simgeler zaman zaman.
Tarihsel gelişim süreci içinde Kıbrıslı Türk şiirinde kadınların baskın sesleri hep duyulmuştur. Cılız ve ‘erkek şiirin’ yedeğinde bir ses olarak yürümemiştir yolunu. Bu nedenle şair kadınların ayak izleri bir anlamda Kıbrıslı Türk Şiirinin de genel tarihi gibidir. Ulusçu etkilerle hamasi bir duyarlıkla yazılan şiirlerden toplumcu, soyut vb farklı yaklaşımları olan modern Kıbrıslı Türk Şiirine kadar yaşam dinamiklerini diri tutan heyecanlarla kadınlar şiirlerini yazdılar ve adanın sivil tarihini bir anlamda şiirlerle oluşturdular, oluşturmaktalar.

ADANIN KIZLARINDAN BİRKAÇ AYAKİZİ

…Ataerkil ideolojiler kadınların varoluşunu mahremiyet,sessizlik,doğallık, gizem gibi kavramlarla tanımlayarak dil ötesi, daha doğrusu dil öncesi bir alana hapseder, kamusalın karşıtı olarak kurgular…’konuşan’ kadın özellikle kamusal alanda konuşan kadın, hep öznellikle nesnellik arasında, sözün sahibi olmakla söz tarafından sahiplenilmek arasında kalmış, kendi içinde, kendine karşı bölünmesi gerekmiştir.” 5 ‘Kültürel olarak belirlenmiş cinsiyet rollerinin toplum yaşamının her alanında ve özellikle de yaratıcılıkta çok önemli bir rol oynadığı’ gerçeği düşünüldüğünde Kıbrıslı Türk şiirinde şair kadınları bilinç ve bilinçdışı süreçleri, hayal güçleri ile birleştiğinde karşımıza çeşitli ütopya önermeleri, mitolojik diller ve dünyalar çıkacaktır. Hepsinin hedefi önce kendilerini sonra dünyayı değiştirmek olan. Yapan, yaparak güzelleştiren parçaları bir araya getirme telaşı ve iddiasında olan…

bir çocuk gezinir sokaklarda/gözleri ışıksız akşamlar gibi/bitmedi bu ömür boyu yalnızlık/sevgi düğümlendi evrende/bir tasa koymuşlar yanı başıma/ucu orda biterse/öteki bende…Mehmey Yaşın’ın Kıbrıslı Türk Şiiri Antolojisi’nde Hececi-Romantik şiirin öncülerinden biri olarak yer alır Urkiye Mine Balman.Şiiri gelenekten beslenen bir şiirdir. Biçimsel anlamda klasizmin içinden seslenen şair yine de bilir ve der,yarınlara kalmak için his ve düş gücü yetmez, kültürle yoğrulmuş bir çağdaş söylem de gereklidir.

Sararken gölgeler topraklarını/Rüzgarlar aşkınla çağlıyor Kıbrıs/tarih yaldızlarken yapraklarını/seni yıldızlara bağlıyor Kıbrıs…Balman’la aynı dönemde yer alan ve benzer bir duyarlıkla şiirini oluşturan diğer bir şair de Engin Gönül’dür. Hececi-romantik şiirin ortak ve kalıp söyleyişlerinin dışına pek çıkamayan şairin şiir serüveni de zaten uzun sürmez.

Hece ile başlamasına karşın bu kalıpları kırmayı başarmış bir şair kadın Pembe Marmara. Şiirin değiştiren dönüştüren gücünü ve özünü bulabilmek; kalıpları kırmak, yıkmak ve yeniden yapmaktan geçiyorsa öze ait yenilenmeler yetmez, yapı da baştan aşağı değişmeli: Anam Çarşamba karısına benzer/Evin içinde/Babam iki karış boyu markuddi/ Çocuklar sümüklü alina sanki/ Ablam alık/ Ben tımarhanelik. M. Yaşın onun için ‘..hem içli,hem hınzır, kendiyle birlikte Kıbrıslıtürk şiirini de yenileyen dikkate değer bir şair’6 der.

Asıl güçlü ve kendine özgü şiirler, çağdaş şiir dünyasının içinden kendi sesini arayış, 74 kuşağıyla birlikte oluşmaya ve gelişmeye başlar. Red kuşağı olarak anılan bu grup, ortak bir dertle ama kendi özgün üsluplarınca Kıbrıslılık sorunsalından yola çıkıp yolda buldukları yanıtlarla kendilerini ve şiirlerini gerçekleştirmeye çalışırlar.

Çağdaş şiirin örnek isimlerinden biri Neriman Cahittir.

Seni ilk tanıdığımda/sekiz yaşında bir çocuktum/ne kucağına aldın beni ne de sevdin…O gün bu gündür hep sende sürgün/hep seninle sürgün/müstemleke yürekli…Hep üşüyen/ o küçük kız çocuğu…Bir gün/ başımı alıp gidersem/bekleme, bir daha/ dönmeyeceğim /sana…

Şairin en temel derdinin ‘kimlik’ sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu sorun çift dilli bir yılan gibidir. Hayatın köşeye sıkıştırdığı yerlerde kıvranıp durur. Bunalır, bu nedenle öfkelenir. Gitmek özlemdir; ama hareketsizliğin içinde, isteyip de gidememenin sıkıntısı içinde kalakalır. Kimlik, hem toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden bir arayışın, bir dar kalıplara, beklentilerin içine tıkıştırılışın feryadıyla; hem de tarihsel ve politik olanın argümanlarıyla sorgulanır.Bu sorgulamadan şairin payına düşen hızla yabancılaşan dünyada ve ada’da koyu bir yalnızlıktır. Hayatın hoyratlığından, onulmaz yaralar açmasından dolayı öfkelidir. Yine de bu öfke başka bir şeye evrilmesine içinin dönüşmesine yetmez. Acının, yalnızlığın, bungunluğun ağırlığı galip gelir.

Ey Akdeniz’in mavisine/bunca yabancı kent!/bir gün/başımı alıp gideceğim senden...Ve kaç fasl-ı bahar geçecek/sürgünümde kimbilir...Ben /taa ölüm ikliminden bu yana/unutmuşum doğumu.../suç/bende/değil/ölüme büyüyor ülkem...Bir gül düşüyor/ayaklarına/zaman atının...-Kanıyor çığlıklar dudaklarımda- Gözlerim kanıyor uykulara/her intiharın öznesi ben oluyorum...

Ülke, kent, tarih ve tanıklıklar Cahit şiirinde de ağırlıklı olarak kendini hissettirir. Ancak politik ya da felsefik ya da varoluşsal bir önerme sunmaz. İç dünyanın çalkantılarının, şair-öznenin açmazlarının ve birey olma ve varolma derdinin yedeğinde ortaya çıkarlar. O yüzden de ne mitolojik mirasın ne de tarihsel trajik yazgının merkezinden üremez bu şiirler. Diğer Kıbrıslı Türk şiirinin şair kadınlarında gözlenen Ada’nın , Ada sevdasının içinden çoğalan liriklerdir bu şiirler.

Yelelerini gömdüler önce
Yağız bir attı hayat!


Modern zamanların öznesinin hayatı anlama, hayatla ve kendiyle baş etme çabası olarak okunulan şiirlerin şairi Filiz Naldöven. Entelektüel düzeyi yüksek, evrensel insana ait duyarlıkların ve yolculukların peşinde bir şiirle karşımıza çıkıyor. Felsefe eğitimi almış olmasının dünyaya bakma ve onu şiirden yorumlama konusunda etki ve katkısı olduğu belli. Şiiri bir içdöküş, bir serzeniş aracı olmaktan uzak tutmaya özen gösteren şiirlerle karşı karşıyayız. Kendi dili ile yarattığı dünya ile kendine has ütopyasını kurma çabası var bu şiirlerde. Kendi coğrafyasından, kendi trajedisinden yola çıkan ama halkaları genişleyen, evrenseli kucaklamayı amaçlayan şiirler. Sorularla yüklüdür dizeleri. Yanıtların değil soruların peşindedir. Yanıtlar zaten yaşanılanlardır. Dil bilinçle şekil bulur bu şiirlerde. İç dünya trajiğin farkındalığı ile bilinç yarılmalarını açığa çıkarır. Eksiltili cümleler, isim cümleleri, betimleme iç dünyanın yansıtılması için seferber olmuş gibidir. Tedirginlik, yalnızlık,mutsuzluk, anlaşılamama, bundan duyulan yılgınlık hakindir şiire. Tüm bunlara rağmen teslimiyetçi bir şiir değildir. Yaşanılan coğrafya ve mekanlar bu şiirde de yer alır. Ancak burada doğa da yerel ve folklorik bir bezeme için kullanılmaz. Tüm bu nedenlerle sesi de içeriği de sağlam bir yapı olarak durur önümüzde. Aklın öne çıktığı, dil oyunlarının,denemelerinin yer aldığı şiirlerindense lirizmi ığıl usul işlediği şiirlerin söylemi daha başarılıdır. Kıbrısın trajik yazgısından, bir tavır şairi olarak yola çıkmak yerine, insanın evrensel-varoluşsal trajedisinden yol almayı amaçlar:

Gözlerim gemilere sığınır korkak limanlar/dokuyu hücreye kapatır yalnızlığım işte/arta kalırım nem dalgakıranı martı tufanı/göç eder anılar düşer ayırt edemem zamanları..ah çekilmiş tetiktir bu dilim boğazımda/ah yumruklarım kendini döver...bu ara yara bere düşüncem/hiç uyanık değilken günahlara sükut içinde ipince bir kan/ ah nasıl sığdırsam kendimi bana

Kadının toplumsal cinsiyet bağlamında sorgulanması, kadın kimliğinin oluşumu sırasında alınan yaralar, verilen mücadeleler ve birey-kadının özgürleşme sürecinde olan bitenler ve tabi aşk...kalın bir çizgiyle altı çizilenler:

Aşk yıka ben’i/onar o girdapta...gidiyorum hem/batıksugemisine!/çıkarmalıyım oyuncağı karasandıktan/kötülüğe gömülen/akıl çekil!gemiyi görecekkken...Tanrım! Aşk geliyor çöl çıkıyor denizden.../Ah! Hala bilmiyor çocuk/kırılır elbet o küp o esrik kadeh!/Anne hala bilmiyor:Annem aşk ve bir defa!

Özgürlüğe uçma hevesi hep gagasında bir tarla kuşu...Böyle hissettim okurken Feriha Altıok’un şiirlerini. Aşkın içinden, aşk yangınlarından geçerek yazılmış şiirler, ‘Adı Aşka Çağrılı!’şiirler: önce sars beni/bir gün gelirsen/sonra kucakla/dökülsün/kirli sular gibi/ ayaklarımıza/yer ve zaman

Bu kitap içerik olarak bir ölçüde kendini yineleyen düşmüş bir kitap. Ancak hem dille hem dil oyunları yardımıyla oluşturulan biçimsel denemelerle sözünün gücünü bilinçle arttırmaya çalışan bir şairle karşılaşıyoruz Bir ölçüde sesin/harfin görsel-işitsel kaynaşmasıyla desteklenmiş şiirler bunlar. Naif ve kırılgan bir aşk tutkunu/kırgınının halleriyle karşı karşıyasınızdır. Eski zamanların masumiyet duygusu, yitirilen masumiyete isyan,naif bir tat bırakır okuyanda.Dilin dehlizlerinde özgür ve başına buyruk bir edayla dolaşan bir şairdir. Savruklukları olsa da içten ve sıcaktır. Samimidir. Otoriteyle sorunu vardır;ancak bu tarihsel ve siyasal bir düzlemde sesini bulmaz. Erkek egemen dünyanın kaba ve hoyrat duruşundan şikayet daha özel bir alandan ve içeriden yapılmaktadır. Kıbrıs mitolojisini yansıtan özel adlar şiirlerde hep geçse de diğer şair kadınların şiirinde de Feriha Altıok’ta da duyguyu yansıtan bir araç, Kıbrıslılığa bir vurgu ve betimleyici öğe olarak yer almaktadır. Mitoloji bilinçli tematik bir unsur haline dönüşememiştir. Ama cesur bir hevesi taşımaktadır.

Çiğneyip geçtin o/bakir ülkeyi/k i r l e d i n/şimdi git.../hüküm sür göğsünde/zevkle dal(kaç kez)/girilmiş kalelerin/hangi ateş paklar/bir ihaneti.../yoksa/kendi cehennemin.../yüreğim.../sarıl yaralarına/yeni uçuşlara hazırlar/dininde caydırıcı değildir/tövbelerin

Şiirini barışa,sevgi ve kardeşliğe,aşka ve doğa sevgisine adamış diğer bir şair,İlkay Adalı. Şiiri akıcı,lirik ve yalın bir şiir olarak tanımlanan şair, M. Yaşın’ın Antolojisinde de çağdaş Kıbrıslı Türk şiirine belli katkıları olan isimler arasında anılır.
Nicedir yokluğuna alışmamış gece/Gün nicedir doğmamış böyle/Nicedir dost bir ses aradım/ denizler arada ve mesafeler uçsuz/Nicedir kopuk anılarımda mavi imgeler/gün batımı kaybolurken yavaş yavaş /Bu yalnız akşamlarda yol aldım...

Derken yaşamını şiiriyle ören bir şair kadın çıkar karşımıza. Darmadağınık duygularından, göçle, gitmekle gidememek; özlemekle,gitmemek arasında sıkışıp kalmış halleriyle dürüst,samimi, içten duygularıyla sarar bizi. Kıbrıs’ın tarihi,kendi tarihidir. Çocukluk yılları,ilk gençlik yılları travmalarla geçmiş bir birey nasıl bir parçalanmışlık yaşarsa öyle, olduğu gibi çıkar karşımıza. Şiirim hayatımdır da der açıkça...satıra aralarına sıkıştırılmış değil, satır satır yaşanmış bir hayat olarak algılarız onun şiirini. Bu nedenle itirafçı bir söylemle, yalnızlığını, ötekiliğini, yabası ve yabancı hallerini sayıp döker önümüze.çoğu zaman bir sayıklama haliyle ve neredeyse can havliyle yazılmış gibidir bu şiirler. Acıtır sizi de. Faize Özdemirciler:

Bir rüyada buluruz/ kendimizi/yaseminlerden/ ayarlı olur/ ‘öbür taraf’a geçişlerimiz/Dizilme zamanı/güney’deyiz/ kuruma zamanı/kuzey’de/Hiç düşünmeyiz/neden doğusu-batısı yok yurdumuzun diye

Adadan gitme isteği yoğundur. Ama gidildiğinde de o yerli olunmaz. Göçebelik, ötekilik kabus gibi bırakmaz peşini. Ama mutsuzluk ve uyumsuzluk mekansal bir uyumsuzluktan ötedir. Kaç kaç git uzaklara!

Ortak yaşam, iki halkın barışçıl yaşam düşü, kötü yaşantıları bir türlü kabul edememe, ve yüzleşme halleri arasında gider gelir bu şiirler. Deli Temmuz’daki Yahya Kemal alıntısı anlamlıdır bu bağlamda:Sızlatır bazı saatler dayanılmaz bir acı,kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.ruh arar başka teselli her esen rüzgarda.ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda. Ruhunun göçmenliği,geçmişe duyulan ,eski güzel günlere duyulan dayanılmaz özlem, tamlık, bütünlük arayışı,paramparçalık,anne ve baba imgeleri arasındaki gidiş gelişler,çalınmış çocukluk,yatıştırılamayan öfke,kırgınlıklar, terk edilişler hemen her şiirie sinmiş kavramlar, temalardır. Ülke diye bir şey yoktur,dünyadır var olan/ve yolculuklar...

Şiir yeterince kirletilmiş hayatı kaldırabilme, ona dayanabilme gücünü verir şaire. Ve şair hayatını böylelikle dönüştürür şiire: kendi tarihini bulanık gören yurdum var benim

İçimde diriliyor masumiyet/sana sarılırken/Teninde uzak temiz zamanlar var/ağzımızda süt kokusu/zambak dokunuşu çocukluğun

Necmiye Alpay onu tanımlarken şöyle diyor: Neşe Yaşın’ın şiirlerine başından beri belirli bir ruh egemen: Naif ve nahif bir kız çocuğu romantizmi. O romantizimden tutkulu bir erotizme hamleler yapan, politik bir ruh. Coğrafyası olan mitolojik adayla ve en köktencisinden bir barış fikriyle bütünleşik bir “ben” ile “sen”. “bellek Odaları”nda şairin gerek kendine özgü naif dili, gerekse yer yer iyiden iyiye koyulaşan tutku dili, kutuplarına varmış durumda.

1974 kuşağının en önemli isimlerinden biri Neşe Yaşın. Şiiri şaşırtan bir şiir. Nedeni ise: başkaldırısı,itirazı, redleri olan bir şiir olmasına rağmen, o denli yumuşak, içten, kırılgan ve sonuna kadar barışçı bir dilden yansıtmakta oluşudur sözünü.

Çocuksuluk, çocuk kalma isteği ve böyle bir yerden kurulan dil, bilinçli ve politik bir seçimdir.Sezai Sarıoğlu bu durumu ‘Kıbrıs’ın çocukada oluşuyla ve adadaki her şeyin küçük ve güzel olanı,kirlenmemişi çağrıştırmasıyla’ ilişkilendirir. Böyle bir gözden seyredilen dünya trajik yanını ve acımasızlığını daha keskin ve görünür kılacaktır da. Neşe Yaşın şiirinin temel var oluş sorunları insan ve barıştır. Çünkü bütünü arayan insanın kendini kozmosun bir parçası olarak hissedebilmesinin yolu barıştan geçer. Barışı arayış karşıtlıkların çatışma hali içinden yolunu bulmaya çalışır. Kadın ve erkek,kuzey ve güney... çocuksu bir naifliğin yanı sıra kırılgan bir kadının sesi de olgunlaştığı yerden söze girer. Aşk ve erotizm kanalından okumaları yapılan şiirler belki de en politik şiirleridir Yaşın’ın.Birleşememe hali ya da birleşme tutkusu adanın bütünlük arzusundan kuzeyle güneyin birleşmesi düşünden başka bir şey değildir aslında. Ve Neşe Yaşın bilinçli bir tercih olarak alegorik bir söylemi dener şiirlerinde. İkimizin kavuştuğunu sandım/yüzyılların yansıdığı/sular aynasında/titreşen o arzuda...

Ayrıntıya bakışı güçlüdür. Eylemlerden çok durumların,üretken duyguların,aşk-özgürlük-barış..., ayrıntılara sinmiş kokusu ve hayaletlerinden oluşan bir şiirdir sanki. Keskin olan yanları yumuşatılmış, bir tül perdesinin ardından masaladaya hemen geçiverecekmişsiniz hissi uyandıran şiirlerdir bunlar. Adadaki ağacın altında size aslında Afrodit’in mırıldandığı şiirlerdir Neşe Yaşın şiirleri.

Kapılar çalınırdı/ve kadınlar açarlardı kapıları/geçip giderdi hayat/her gün tozu alınarak /ve parlatılarak.

Sonuç olarak ulaşabildiğimiz şairler üzerinden Kıbrıslı Türk şiirine bir kuşbakışı’ydı yapmaya çalıştığımız. Var olan şiirler ve şairler bilinçle, çarpışarak kültürel kimliklerini koruyabildikleri bir yerden dili Türkçe olan ama kendisi tamamen Kıbrıslı olan bir şiir kurma çabasındalar. Bu gayretleri elbet tarihsel ve siyasal sürecin nasıl işlediğiyle, bu sürece sanatçı öznelerin nasıl katıldıklarıyla çok doğrudan ilişkili olacaktır kuşkusuz. Tekrar etmek gerekirse, bir toplumun edebiyatı iradi seçimler, aidiyetler ve eylemlerimizle oluşturduğumuz kimliklerimizle şekillenmektedir. Kıbrıslı Türk Şiiri de bu yoldan var olan edebiyat birikimini kendi kılarak yoluna devam edecektir.

Dipnotlar:

1-Araf’ta Kalanlar,Aras Yumul,Doğu Batı,s.20.,temmuz2003,s.23

2-Kıbrıslı Türk Edebiyatında Kimlik Sorununun Tarihsel-Toplumsal Nedenleri, M.Yaşın,s.44

3-Varlığını Yaratarak İfade Eden İnsan:Sanatçı,Pınar Bingöl,Doğu Batı,s.259,2003,s.23

4-Mehmet Yaşın,s.134,Defter,2000,s.41

5-Kadınlar Dile Düşünce,İletişimyay.,2004,s.7
6-Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi,M. Yaşın,yky,1994,s.38

7-Bellek Odaları,Neşe YaşınDünya,2005,s.67

sophocles/oedipus trajedisi
tutunamayanlarJuly 11, 2013, 8:21
[1]
Çevrimiçi Üyeler
Üye Ziyaretçi